– 14 –
“Saçmalama, bu tarafta olamaz.” Dedi Sekyung, ellerini
beline koyarak.
“Güven bana, gerçekten o tarafta.” Dedi Chen, neredeyse
yalvarır gibi. Sekyung ofladı.
“Biz buraya gelirken güneş sağ tarafımızdaydı ve saat on
ikiydi. Şimdi solumuzda kalmalı, sağımızda değil.” Dedi Sekyung ve gözlerini
devirdi. “İtiraf et artık, Chen; kaybolduk.”
“Hayır kaybolmadık!” diye tepindi Chen, belki de birkaç
milyonuncu defa. “Kaybolduğumuzu kabullenmek ne işe yarayacak ki? Bak ben
eminim; bu tarafta işte!”
“Değil işte, bana mantıklı bir tek sebep bile
gösteremiyorsun daha, neden orada olması gerektiğine dair!” dedi Sekyung. Chen
ofladı.
“Bana güvensen olmuyor mu, cidden?” dedi Chen, bıkkınlıkla.
“Aa, bilmem? Düşüneyim… mantıklı olsan güvenebilirdim!” dedi
Sekyung, tepesi atmak üzereydi.
“Ben sana neden aşık oldum ki?” diye söylendi Chen, kendi
kendine. Sekyung’un kaşları tehlikeli bir biçimde havalandı.
“Tabii ki hayır; neden bahsediyorsun sen? Tabii ki pişman
olmadım! Ama ilk kavgamızı bu kadar çabuk edeceğimizi de düşünmemiştim hani.”
Dedi Chen, dürüstlükle.
“Biz sabahtan beri zaten kavga etmekten başka bir şey
yapmadık ki, aptal!” dedi Sekyung.
“Kötü şeylere vesile olmadı hani…” diye mırıldandı Chen,
ardından kafasına bir darbe yiyerek sendeledi.
“Ya! Bir şey demedim ki ben!”
“Demedin; ama düşündün!” dedi Sekyung.
“Düşün- ben, hayır! Yani, aslında şey evet düşündüm tabi;
ama…” dedi Chen, sesi gittikçe azalıp kaybolurken. Sekyung başını bilmiş bilmiş
salladı.
“Çok konuşma da düş önüme.” Dedi huysuzca. Chen yola
koyulmak yerine kızın önüne dikilip yolunu kesti. “Yine ne var?”
“Ya sen beni seviyor musun, nefret mi ediyorsun?” dedi Chen.
“Bunun sırası mı, Chen? Şu anda sadece kızgınım!” diye
haşladı Sekyung onu. Chen başını iki yana salladı ve kıza bir adım yaklaştı.
“Bir saattir ormanda yalnızız, yürüyoruz; seni öptüğümden
beri bununla ilgili tek kelime etmedin ve artık kendimi bir çeşit sapık gibi
hissetmeye başlıyorum. Eve gidelim de insanlar burnunu soksun, konuşmaya fırsat
olmasın diye bekleyecek değilim; sen odana gitsen ve ben yanına gelsem de
Baekhee beni yolar. Başka şansım olmayacak, yaratmama da izin vermeyeceksin,
biliyorum; bu yüzden şu anda tam sırası. Beni seviyor musun, nefret mi
ediyorsun?” diye bastırdı Chen. Sekyung kendini köşeye kıstırılmış bir çeşit
kurban gibi hissediyordu; Chen de onu avlamak üzere olan bir kaplan gibi
görünüyordu gözüne.
“Niye üçüncü bir şansım yok?!” diye isyan etti sonunda.
“Ne olacaktı? Ah, üzgünüm, ben seni sevmiyorum; ama yine de
öptüm çünkü canım öyle istedi mi diyeceksin?” dedi Chen.
“Ben seni öpmedim ki!” diye tepindi Sekyung.
“Külahıma anlat onu sen! Öpen bendim ama sonrasını hayal etmediğimi
bilecek kadar aklım yerinde, teşekkürler.” Dedi Chen, gözlerini kısıp kıza bir
adım daha yaklaşarak.
“Beni delirtiyorsun!” diye ellerini saçlarından geçirdi
Sekyung. “Şu anda bunun hiç sırası değil!”
“Hayır, tam sırası! Ama cevap veremiyorsan yardımcı
olabilirim.” Dedi Chen, meydan okurcasına.
“Nasıl?” diye sordu Sekyung, esas tuzağın farkına çok geç
varmıştı. Chen aralarındaki artık oldukça kısa olan mesafeyi tek adımda kapatıp
kızın yüzünü avuçlarına aldı ve onu bir daha öptü.
Bu sefer, ilk seferden daha hazırlıklı olacağını sanırdı
Sekyung; ama sanki Chen onu ilk kez öpüyormuş gibi tepki verdi yine. Bütün
vücudu elektrik verilmiş gibi kasılmıştı; yine genci ne itebiliyor, ne de
karşılık verebiliyordu. Chen onu sırtı bir ağaç kütüğüne denk gelene kadar geri
geri gitmeye zorladı; şimdi Sekyung’un kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı.
Arkasında az önce geçtikleri yaşlı çam, iki yanında Chen’in göründüğünden çok
daha güçlü kolları vardı ve kaçmak isteyeceği şey zaten tam önünde duruyordu.
Aslında Sekyung şu anda kaçmak istediğinden o kadar da emin değildi artık.
Chen’in dudakları yeniden başını döndürüp bütün mantığını
yutmakla tehdit ederken Sekyung’un dudakları onunkilere uyum sağladı. Öpüşüne
karşılık verdiğinde gencin dudaklarının köşelerinin yukarı doğru hafifçe
kıvrıldığını fark etti. Kaybetmekten nefret ederdi. Chen’in gömleğinin yakasını
iki eliyle kavrayıp dudaklarını onunkilere daha sert bastırdı Sekyung. Bu
hareket genci biraz hazırlıksız yakalamış gibi görünse de Chen’in hoşuna
gitmişti; genç kolayca uyum sağladı. Chen’in dili dudaklarını bir an için
aralayınca Sekyung kalbinin olduğu yerde birkaç takla attığını hissetti. Az
önce rahatça hızlı tempo yürüdüğü orman fazla sıcak olmaya başlamıştı ve Chen
ona fazlaca yakın olmasına rağmen sanki hala çok uzaktaymış gibi hissediyordu
Sekyung.
“Sanırım benden nefret etmiyorsun.” Diye dudaklarını
Sekyung’un dudaklarından ayırmadan fısıldadı Chen. Sekyung biraz geri çekildi.
“Hayır…” dedi, boğuk bir sesle. Chen, Sekyung’un açtığı
mesafeyi çabucak yeniden kapattı ve kızı bir daha öptü. Az önce Sekyung’un
rahatsızlığını hissetmiş gibi vücudunu onunkine yasladığında Sekyung kollarını
otomatik olarak gencin boynuna doladı. Dudakları yavaşça dudaklarının üzerinden
çene çizgisine ve kulağına doğru kayarken de nefes almanın ne demek olduğunu
hatırlamaya çalışarak ağaca doğru yaslandı. Chen’in sıcaklığı ve eşsiz, baş
döndürücü kokusu bu kadar yakındayken başka hiçbir şey düşünmesi mümkün
değildi.
“Peki beni seviyor musun?” diye sordu Chen, derinden gelen
bir sesle; dudakları ve nefesi Sekyung’un boynunu gıdıklıyordu. Dudağını ısırıp
herhangi bir ses çıkarmamak için savaşarak yutkundu.
“Ya sen?” diyebildi sonunda, mucizevi bir biçimde
kekelememişti.
“Sana daha önce de
söyledim; ama tekrar duymak istiyorsan seni seviyorum. Seni gerçekten, saçma
desen de, çok seviyorum.” Dedi Chen, kızın boynuna yumuşak öpücükler kondurmaya
başlayarak. Sırtından aşağı inen tatlı ürpertilere engel olamıyordu Sekyung.
Parmaklarını gencin yumuşak saçlarının arasından geçirip olduğu yerde
kıpırdandı; ama bu sadece gencin onunkine bastırılmış bedenine boylu boyunca
sürtünmesine neden olmuştu. Chen’in hafifçe iç çektiğini göğsünde hissetti.
“Şimdi sıra sende, değil mi?”
“Neden?” dedi Sekyung. Chen dudaklarını kızın boynundan
yeniden dudaklarına doğru neredeyse acı verecek kadar yavaşça kaydırdı.
Dudaklarının tarçınlı sıcak çikolata tadını yeniden hissettiğinde durmak
istemedi Sekyung; ama Chen çok çabuk geri çekilmişti.
“Beni sevdiğini duymak istiyorum.” Dedi Chen boğuk bir
sesle, kızın gözlerinin içine bakarak.
“Seni seviyorum.” Dedi Sekyung, hiç düşünmeden. Hemen
arkasından Chen’in dudaklarının mükemmel tadı yeniden dudaklarındaydı. İç çekip
kendini Chen’e doğru biraz daha bastırdı Sekyung, sanki yeterince yakın
değillermiş gibi. Şu anda sadece o dudakları sonsuza dek öpmek ve sonsuza kadar
bu kadar yakın kalmak istiyordu. İnkar etmenin anlamı yoktu; daha bu evde
gözlerini ilk açtığından beri Chen’e yok saymaya çalıştığı duygular besliyordu.
Şu andaysa artık ne yok saymak için bir nedeni, ne de kendini tutacak gücü
vardı.
Chen’in ellerinin yavaşça vücudunun kıvrımlarını takip
ederek belinden aşağı, kalçasına doğru kaydığını hissettiğinde nefesi kesildi.
Tamam, durmak istemese de fazla ileri gitmeyecekti. Sonuçta daha bugün
başlamışken – ki başlama şekilleri de biraz uç olmuştu – daha fazlasına izin
vermek doğru bir şey de, ona göre bir şey de değildi.
Sekyung dudağını ısırıp Chen’in saçlarına dolanmış
parmaklarını biraz daha sıkıp hafifçe çekti. “Dur, bekle… bekle.” Dedi, nefes
nefese. Genç geri çekilip yakın mesafeden buğulu gözler ve öpüşmekten kızarmış
aralık dudaklarla yüzüne bakarken ona durmasını söylemek gerçekten çok zor olsa
da karar vermişti bir kere. Chen’in dudaklarına kısa, masum birkaç öpücükler
kondurdu. “Fazla ileri gidemem… durmamız gerek.”
“Bunu istiyormuş gibi durmuyorsun.” Dedi Chen, sessizce; ama
ellerini kızın beline yeniden kaydırmıştı.
“İstediğim her şeyi yapamam, değil mi?” diye hafifçe
gülümsemeyi başardı Sekyung. Chen iç çekip kızdan biraz uzaklaştı ve ellerini
sırtına kaydırdı. Az önceki mükemmel yakınlıktan sonra şu anda kendini
neredeyse eksik hissediyordu Sekyung.
“Üzülerek kabul etmeliyim ki haklısın.” Dedi Chen, kızın
dudaklarına bir öpücük daha kondurarak. Sonra dudaklarına kendini beğenmiş bir
gülümseme yerleşti. “Ama en azından amacıma ulaştım, değil mi?”
“Ağaca karşı öpüşmeyi mi amaçlıyordun?” dedi Sekyung, tek
kaşını kaldırarak.
“İtiraf ediyorum, hiç fena bir fikir değil; ama hayır. Beni
sevdiğini duymayı amaçlıyordum.” Diye sırıttı Chen. Sekyung başını yavaşça
yukarı aşağı salladı.
“Anlıyorum… eh, bir daha zor duyarsın.” Dedi Sekyung
umursamazca. Chen içten bir kahkaha attı.
“Duymak istediğimde ne yapacağımı biliyoruz.”
Evde Hanna’nın, Chen kadar neşeli olduğu söylenemezdi.
Yatağına oturmuş somurtuyordu. Cesur davranırken onunla dalga geçilmesini hiç
sevmezdi. Bir de o kadar güvence vermişti çocuğa! Arkadaşına karşı Luhan’ı
korumaya almışken çocuk kalkıp ona gülmüştü. Tamam, sadece tatlı olduğunu
söylemiş olabilirdi; ama yine de gülmüştü sonuçta ve bu utanç vericiydi. Hanna,
utanç verici durumlarla karşılaştığında genelde onlarla baş etmekle uğraşmaz,
tavır yapıp kaçardı.
Kapı tıklandığında yastığına uzanmış, kucağına almak için
oturduğu yerden onu yakalamaya çalışıyordu. “Kim o?” diye seslendi Hanna,
huysuzca.
“Bay Ayı geldi, kapıyı açmayacak mısın?” dedi kapıdan
Luhan’ın mümkün olan en aşırı biçimde kalınlaştırdığı sesi. Sanki Hanna
tanımayacakmış gibi.
“Gider misin!” dedi Hanna, sinirle.
“Hadi ama! Sadece özür dileyeceğim!” dedi Luhan, dışarıdan.
“Hadi Hanna, hadi kapıyı aç!”
“Açmam işte!” diye çocuk gibi omuz silkti Hanna. Dışarıdan
Luhan’ın mızıldanan sesi geldi.
“Lütfen desem, üzerine de çilek kondursam?” dedi Luhan,
biraz sonra.
“Açmam.” Dedi Hanna, inatla.
“Bay Ayı da çok istiyor ama! Ona senden çok bahsettim! Değil
mi Bay Ayı?” dedi Luhan, sonra sesini değiştirip devam etti, “Evet, çok merak
ediyorum ben o güzeller güzeli küçük meleği; ama senin yüzünden göremiyorum.
Nasıl küstürdün sen onu? Vallahi döveceğim seni!”
Dışarıdan takırtılar gelmeye başlayınca Hanna dönüp merakla
kapıya baktı. “Ah- Bay Ayı, yapma! Çok üzgünüm! Ahh, bu acıttı ama!” dedi
Luhan. Sonra sesini kalınlaştırdı yeniden. “Sen misin bu kızı küstüren? Onu
göremezsem seni döverim demedim mi ben? Al sana, al, öldürürüm seni!” dedi,
sonra biraz daha gürültü patırtıdan sonra kendi sesine döndü, “Ahh dur- dur- Bay
Ayı- bir dakika- bir dur- yah! Bir dur ya!”
Hanna’nın elinde değildi, kıkırdamaya başladı. Kalkıp kapıya
gitti, dışarıdan gelen abuk sabuk patırtılarla sesleri biraz daha dinledikten
sonra kapıyı yavaşça açtı. Dışarıda, kapının önünde Luhan yerde yatmış
tepinerek üzerindeki dev bir peluş ayıyla boğuşuyordu. Onun dışarı çıktığını
gördüğünde durdu ve yüzünü ayının arkasına saklayarak ayının kafasını Hanna’ya
çevirdi.
“Gerçekten de çok güzelmiş!” dedi, ayının sesiyle; sonra
başını kenardan uzatıp ayının yüzüne bakarak kendi sesiyle konuştu. “Sana
söylemiştim!”
“Aptal.” Diye güldü Hanna. Luhan olduğu yere bağdaş kurup
ayıyı da yanına oturttu ve Hanna’ya parlak bir gülümsemeyle baktı.
“Sana güldüğüm için üzgünüm, küçük melek. Seni şimdi
rahatsız ettiğim için de. Ama Bay Ayı seninle tanışmayı çok istedi. Değil mi Bay
Ayı?” dedi Luhan tatlı tatlı, sonra ayıya kafasını yukarı aşağı sallattı. “Bak,
o da öyle diyor.”
“Memnun oldum, Bay Ayı. Yoksa siz de bu şapşalı affetmemi mi
isteyeceksiniz?” dedi Hanna, ayıya bakarak; Luhan orada hiç yokmuş gibi.
“Hayır; daha çok ben bu şapşalla kalmaktan çok sıkıldım;
artık sizinle yaşasam olmaz mı?” dedi Luhan, ayının sesiyle. Hanna kahkaha
atmak isteğini sessiz bir kıkırtıya indirgemeyi başardı.
“Olur tabii, kim bu şapşalla yaşamak ister ki?” dedi Hanna,
oyunu sürdürerek.
“Kalbimi kırıyorsun ama.” Diye somurttu Luhan.
“Bay Ayı da aynı şeyi söylüyor!” diye omuz silkti Hanna.
Luhan alt dudağını sarkıttı.
“Madem öyle evlenin siz Bay Ayı’yla!” diye ayıyı Hanna’ya
doğru itti somurtarak. “Ben de burada yalnız başıma kalayım; tek başıma… artık
ne kadar mutlu olduğunuzu anlatır, nispet yaparsınız!”
“Kıskandın mı sen?” diye sırıttı Hanna. Luhan ona bakmayı
reddederek omuz silkince kıkırdayıp dev ayıcığı bir duvara yasladı gidip gence
sarıldı. “Dev bir oyuncak ayıyı mı kıskanmışsın sen?”
“Onun adı Bay Ayı.” Diye mızıldandı Luhan. Hanna kıkırdadı.
“Bay Ayı dün gece kendi odasında yattı; benimle kalan başka
bir ayıcıktı.” Dedi Hanna.
“Onun adı da Kıyma.” Dedi Luhan. Hanna şaşkınlıkla gözlerini
kırpıştırdı.
“Hepsinin birer adı mı var?” dedi Hanna. Luhan onaylayarak
başını sallarken gözlerinin içi ışıyordu. Bu oyuncaklara karşı büyük bir zaafı
vardı anlaşılan – gerçi dünden belliydi o; ama bugün daha net görebiliyordu
bunu Hanna.
“Tabii ki var! Mesela o pembe tavşanın adı Dondurma, tosbağanın
adı da Jimmy. Bay Ayı da çocukluğumdan beri benimle; evden kaçmadan önce annem
vermişti. Hep yanımda olduğunu bilmem içinmiş. Onunla yatıyordum hep.” Dedi
Luhan hevesle; sonra parlak bir gülümsemeyle Hanna’ya baktı. “Ama hiçbirini
sana değişmezdim.”
“Ne demek şimdi bu?” dedi Hanna, yanakları kızarıyordu ve
kalbi normalin üç katı hızlanmıştı. Bu rahatsız edici bir duyguydu aslında onun
için; ama şu anda daha çok midesindeki kelebekleri havalandıracak bir etki
yapıyordu.
“Aynı söylediğim şey, demek. Eğer bütün peluşlarımla senin
aranda bir seçim yapmam gerekse seni seçerdim.” Dedi Luhan, aynı parlak
gülümseme ve özgüvenle. Hanna, daha da pembeleşen yanaklarıyla hafifçe
kıkırdadı. “Beni affedecek misin?”
“Bir de soruyor musun?” dedi Hanna; söylemesine gerek yoktu,
gülümsemesi zaten çoktan affettiğini anlatıyordu Luhan’a. Genç neşeyle Hanna’ya
sarıldı.
“Bir tanesin!” dedi Luhan, bir çocuğun mutluluğuyla. Hanna
da kollarını onun etrafına dolayıp yüzünü gencin omzuna dayadı. İnsanlara saçma
sebeplerden küsebilirdi, hatta bunu bir süre uzatabilirdi de; ama genelde
insanlar biraz bile çabalarsa, birkaç dakika içinde yelkenleri suya indirirdi.
Kaldı ki burada konu Luhan’dı; gencin Hanna’nın nezdinde çeşitli imtiyazları
vardı.
“Her zaman böyle misindir?” dedi Hanna, sevgiyle; yüzünde
uğraşsa da silemeyeceği geniş bir gülümseme vardı. Luhan omuz silkti ve
umursamazca konuştu.
“Hayır; ama senden gerçekten hoşlanıyorum.”
Oh my God sonunda vakit bulup bölümün kalan yarısını okudum. (evet aferin bana alkışşş!!!) Hem de okumadığım yarının Hanna ve Luhan olduğunu biliyordum yani anla işte cidden fırsat bulamamıştım bunları okuyacak. o ikisinin sahnesi olduğunu biliyordum da bu kadar sevimli, tatlı ve beni gecenin ikisinde ciyaklatacak kadar minnoş bir sahne olacağını düşünmemiştim. orada ki Hanna değil ben olsam ilk cümlede açardım kapıyı o sevimliliğe dayanılabilir mi? ama Luhan da az manyak değil baya kavga etti Bay Ayı'yla yani çok güldüm. Yine de iyi taktik tabi kızların zayıf noktası peluş hayvanlardır en nihayetin de e Lulu da peluş sayılır kendisi en kocamanından. aman bir de kıskanırmış yanaklarını ısırırım ben senin ya. ama yani öyle bir yerde kesiyorsun ki şu itiraf bölümlerini yakında üçümüzden birinin elinde kalacaksın kesin haberin olsun. Son olarak Chen ve Sekyung a dair bir şey yazmadım çünkü onu sen daha yazarken okumuş ve yorumumu canlı yapmıştım.
YanıtlaSilLuhan <3 Hanna diyeo yorumumu bitiriyorum XD