“Off çok yoruldum!” diye mızıldandım odamda ve kafamı önümde
açık duran kitaba gömdüm. Matematik hiçbir zaman iyi olduğum bir alan olmamıştı
ve sınav sadece iki gün sonra olacaktı. Korkunç stresliydim ve işin kötü yanı,
her zamanki kurtarıcımdan yardım da isteyemiyordum.
İç çekip kafamı kollarımın altına gömdüm. Minhyuk’la
konuştuktan sonra balo salonuna geri dönüp hiçbir şey duymamış gibi
davranmıştım; ama bu hiç tuhaf hissetmediğim anlamına gelmiyordu. Çooook değişik
bir duyguydu. Daha önce Jonghyun hakkında farkına bile varmadığım şeyler kendilerini
bana göstermek için çığlık atıp tepinmeye başlamıştı adeta. Mesela; benimle
konuştuğu zamanlarda hafifçe bana doğru eğiliyordu, kitap okurken saçları
gözlerine düşüyordu ve onları çekmeye zahmet etmiyordu, benimle uğraştığı
zamanlarda gözlerinde muzip bir ışık oluyordu… yakın olduğu zamanlarda yumuşak
parfümü burnumu gıdıklıyordu… son zamanlarda bu bana fazla geliyordu. Aklım ve
duygularım öyle karışıyordu ki onun fazla yanında kalmaya gelemiyordum... ki
bu ders çalışmayı fazlasıyla zor hale getiriyordu çünkü kötü olduğum konularda
beni çalıştıran oydu. Eğer sınavlardan çakarsam bu sadece ve sadece onun suçu
olacaktı!
Kapımın açılma sesiyle yerimden zıplayıp o tarafa döndüm.
“İçeri girmeden kapıyı çalman gerektiğini ben mi öğreteceğim
sana? Ya üstümü değişiyor falan olsaydım?!” diye haşladım, hızlanmaya başlayan
kalp atışlarımı saklamak için.
“Şey, battaniyenin altına dalabilirdin, ya da daha iyisi,
gözlerimi oyabilirdin, sana güvenim tam; ama öyle bir şey yok, yani sorun da
yok.” Dedi, pişmiş kelle gibi sırıtarak içeri girerken.
“Gözlerini oyma kısmı kulağa hoş geliyor.” Diye mırıldandım
ve Jonghyun yanıma otururken gözlerimi kaçırdım.
“Tahmin etmiştim. Ama şimdi, daha önemlisi…” sesi
ciddileşince ona baktım, gözleri de artık daha ciddi bakıyordu. “Yakında
sınavlar var ve çalışmak için beni çağırmıyorsun; böyle geçebileceğine emin
misin?”
Bilmiş ağzının üzerine şöyle okkalı bir Osmanlı tokadı patlatasım geldi. Adım gibi
emindim ki eğer bu bir anime olsaydı şu anda alnımda seğiren bir damar olurdu.
“Tabii ki geçebilirim seni- seni- OF geçebilirim, tamam mı?!”
diye tepindim. Ama sadece onu güldürmüştüm.
“Üzgünüm, üzgünüm, haklısın, geçebilirsin.” Diye kıkırdayıp
bana gülümsedi, “Neyse, hazır buradayken beraber çalışmaya ne dersin?”
Kahretsin, o böyle sormuşken nasıl reddedebilirdim? Sonunda homurdanıp başımla onayladım.
“Tamam, madem öyle…”
Bir saat sonra gerçekten çalışıyorduk ve elimde koca bir hiç
vardı. Sürekli aklım dağılıyordu ve beni dünyaya döndürmek için durup durup
kafama tıklatması veya önümde parmaklarını şaklatması gerekiyordu. Ama aklımdan
geçen binlerce tilkiyle nasıl konsantre olabilirdim ki?! Öğrenmeye ve
odaklanmaya çalışıyordum; ama yanımdaki varlığı sürekli aklımı dağıtıyordu. Benden
gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını düşünürken buluyordum kendimi, ya da o kadar
duyguyu içinde nasıl bu kadar iyi sakladığını, ya da nasıl her konuda bu kadar
mükemmel olabildiğini ve…
“Hey, bir zahmet odaklanabilir misin artık?” parmaklarının
şıklamasıyla yeniden kendime geldim.
“O-odaklanıyorum, tamam mı?” diye kekeledim. Yüzünde çok
sinir olmuş bir ifade vardı.
“Öff, senin sorunun ne?” diye haşladı, abartılı bir
oflamayla, “Burada sana yardım etmeye çalışıyorum ve senin tek yaptığın dalıp
dalıp gitmek!”
“Sen gelmeden önce daha iyi çalışıyordum zaten!” diye
atarlandım, kendimi durduramadan. Kısa bir an gözlerinden bir gölgenin
geçtiğini gördüm; ama bunu hayal etmiş de olabilirdim.
“Ha ben kötü etkiledim yani.” Dedi, hayal kırıklığına
uğramış gibi. Göğsümü bir şeyin buldozer gibi ezdiğini hissettim – muhtemelen vicdan
azabı.
“Ondan değil!” dedim, sonra dudağımı ısırdım. Ne diyebilirdim
ki?
“Ya neden peki?” dedi. Eğer her şeyi duyduğumu
söylemeyeceksem veya itiraf etmeyeceksem ne diyebilirdim?
“Sadece…” diye mırıldandım, ne diyeceğimi bilemeden. Tam bir
aptal gibi hissediyordum. Bana yaklaştığını hissettiğimde başını kaldırdım. Parıldayan
güzel gözlerinde gerçek bir ilgi vardı; bunun benim için sıradan bir tartışma olmadığını, gerçekten bir derdim olduğunu kolayca fark etmişti.
“Biliyorsun, bana her şeyi anlatabilirsin. Her şeyi.” Dedi, güvence verircesine. Ama
ben başımdan aşağı kovayla boşaltılmış gibi üzerime endişe yağdığını
hissedebiliyordum. Ya bunu kaybedersem? Ya bir gün benim yanımda olmayı bırakıp
başka birini severse? Ya artık benim sevgili Jonghyun’um olmazsa? Sadece düşüncesi
bile beni delirtebilirdi; bunu düşünmemeye çalıştım.
“Sensiz ne yapardım ben…” diye mırıldandığımı duydum, fark
etmeden. Utangaçça kıkırdadı ve gülümsedi.
“Eminim hayatta kalmak için bir yol bulurdun. Ya da belki
seni kurtaracak kimsen olmadan gidip bir yerde kendini öldürtürdün, kim bilir?”
diye sırıttı, sonunu bir şakaya çevirerek. Bu sefer ona eşlik edemiyordum.
“Muhtemelen ikincisi olurdu. Baksana, ne olursa olsun
yanımda olmaya söz verir misin? Sonsuza kadar.” Diye sordum.
“Senin neyin var?” diye sordu endişeyle, ellerini kollarıma
koyarak. O bunu yapmadan ona sıkıca tutunmakta olduğumun farkına bile
varmamıştım.
“Hiçbir şey, sadece söz vermeni istiyorum.” Dedim. İç çekip
pes etti; galiba sınav stresinin beni biraz fazla etkilediğini düşünüyordu.
“Tabii ki, söz veriyorum. Sonsuza kadar. Rahmetli herhangi
bir akrabanın ruhu üzerine de yemin edebilirim istersen.” Dedi, sonunda muzipçe
gülümseyerek.
“Ya bir gün hoşlandığın biri çıkarsa?” deyiverdim. E battı
balık yan giderdi. Hem daha fazla neyi düşünüyordum ki? Neyin kafa
karışıklığıydı bu? Bütün hayatım boyunca herkesten çok Jonghyun’a güvenmiştim. Herkesten
çok onunla eğlenmiştim. Hoşlandığım insanlar olmuştu; ama biri sorsa, o
başkasından hoşlandığım zamanlarda bile Jonghyun’u hoşlandığım insanlardan ayrı
tutardım. Şimdi Joon’la aralarında geçen konuşmayı duyduğumdan beri onunla her
yakın olduğumda kalbim kulaklarımda atıyordu, kokusu başımı döndürüyordu ve onu
kaybetme olasılığını sadece düşünmek bile beni deli ediyordu. Her şey oldukça
açık değil miydi?
“Ya çıkarsa, cidden…” dedi, yumuşak gülümsemesi hala
dudaklarındaydı.
“Tabii ki o zaman onunla daha fazla ilgilenirsin.” Dedim,
kendi cevabımı kendim verip gözlerimi kaçırarak. Bu kadar bariz olan cevabı
yüksek sesle söyleyince sanki kalbim camdan yapılma bir bibloymuş da parçalanıp yere
dökülmesinin ses efektini her an duyabilirmişim gibi hissetmiştim. Belki de ben
yanlış anlamıştım, belki de Joon’a söylediklerini sadece onun benimle
oynamayacağından emin olmak için söylemişti. Doğru ya, daha iki hafta öncesine
kadar ona harabeoji diyen de, bir sevgili bulsan da kafamı dinlesem diye
söylenen de bendim.
“Git bir manita bul da düş artık yakamdan, diyen kıza ne
oldu?” dedi, aklımı okumuş gibi.
“Şeyy, yani, şimdi…” diye kıvırmaya çalışırken gözlerimi
kaçırdım yine. Yüzüme dokunduğunda irkildim; nazikçe yüzümü yeniden kendine
çevirdi. Tanrım, fazlasıyla mükemmeldi…
“Endişelenmeyi bırakabilirsin artık, fazla düşünmene gerek
yok. Sonsuza dek yanında olacağıma söz verdim, sözümü sonuna kadar tutacağım. Bu
korku da nereden çıktıysa oraya geri sokabilirsin artık, ben hep buradayım,
tamam mı? Her zaman.”
Ah, şimdi beni bir öpseydi… acaba ben mi öpseydim? Tabii ki,
senelerdir benden hoşlanıp hiç atağa kalkmamış birinden tam şu anda beni
öpüvermesini bekleyemezdim, değil mi? İyi de ben de harekete geçemezdim ki!! Derin
bir nefes alıp kendimi şimdilik normal davranmaya zorladım.
“Nereden çıktıysa oraya geri sokayım, demek…” diye
mırıldandım, kaşlarımı kaldırıp yere bakarak. Sonra ona kaçamak bir bakış
attım, bir an sonra ikimiz de gülüyorduk.
“Hayır, kıçından uydurduğunu sanmıyorum, manyak karı.” Dedi Jonghyun,
kahkahalarının arasından.
“Dinime küfreden Müslüman olsa, sensin manyak be!” dedim Çingene
gibi ve yakaladığım bir yastığı kafasına geçirmeye başladım. Buna alışıktı;
kendini anında korumaya almak onun için bir refleks olmuştu artık.
“Aaa, lütfen, senin eline kimse su dökemez!” dedi, geniş bir
sırıtışla.
“Ben seni benzediğin şeye çevirmeden önce defol odamdan,
pişmiş kelle!” diye cırladım, yastık saldırılarıma ara vermeden; ama ben de
gülüyordum. Yerde emekleyerek kapıya gitti ve kendini çabucak dışarı çekip kapı
arkasından kapattı. Kapının yanında duvarda siper aldığına adım gibi emindim.
“Bana bak, ben gittim diye dersi boşlamaya kalkma ha! Tek
başıma iyi çalışıyorum dedin diye gidiyorum, 80’in altında alırsan anandan
emdiğin sütü burnundan getiririm, haberin olsun.” Diye tehdit etti kapalı
kapının ardından. Yastığı yere bırakıp kapıyı çabucak açtım ve kafamı dışarı
uzattım. Tahmin ettiğim gibi kapının yanında siper almıştı.
“90’ın üstünde alırsam da sana bir şey söyleyeceğim; ama
hayır, diyemezsin.” Dedim. Kaşları havalandı.
“Fare zehri içirmeye çalışmayacağını varsayabilir miyim?”
dedi, temkinle. Pis pis sırıttım. Yutkunup bir adım geri çekildi. “Tamam,
bundan emin değilim.”
“Seçme şansın yok ki.” Dedim, sırıtmaya devam ederek. Derin bir nefes alıp düşündü.
“Önümüzdeki tek sınav matematik ve sen ondan benim yardımım
olmadan doksan alırsan bana hayır diyemeyeceğim bir şey söyleyeceksin… olasılık
çok düşük be güzelim. Kabul, madem.” Dedi sonunda. Kapıyı açıp tehditkar bir
adım attığımda pis pis gülerek Jack Sparrow gibi tabanları yağladı – pardon, Kaptan Jack Sparrow.
O gidince ben de gülerek odama geri girip kapıyı kapattım ve
kollarımı sıvadım. Dağılmış olan her şeyi yerine kaldırdıktan sonra savaş için silahlarımı (bir defter ve kitaplar) kuşandım, Ninja bandımı (Pass or Die bandanası) alnıma bağladım ve insanlığın en ölümcül silahıyla (bir
uçlu kalem) çalışmaya başladım. Önümde doksan almam gereken bir sınav vardı ve
bu sefer allahı gelse beni tutamazdı.
ABİ NEDEN YA?BEN YGS LYS YE HAZIRLANIRKEN NEREDEYDİ BU JONGHYUN YA? HAYIR YAAAĞĞ OLMAZZZZZ!!! allahım!Siwon's god yarebbim yav sen bu herifi tövbe tübe özene bözene miyarattın yaaaaağreppim ya?
YanıtlaSiltamam öhöm. ciddileşiyorum,cıvıklığı bir kenara bırakalım. kızın duyguları çok hoşuma gitti cidden. pat diye çocuğun üstüne atlamadı ama yokcanımolmaz öyle şey moduna da geçmedi. arada bir yerde ve bence çok güzel vermişsin o arada kalmayı noonim. sky bunu beğendi :D
yağmurdan kaçarken doluya tutulmak böyle bir şey olsa gerek. ki hiç itirazım olmazdı benim....
merak ettiğim bir şey var yalnız bebem... o "nerenden çıkardıysan orana sok" kısmı ve sonrası hakkında ne düşünüyorsun?? :D
SilBence gayet belli nereden çıktığı da nereye gireceği de. "hiç sanmıyorum" falan demesin kimse bana arkideş
Sil